8 Eylül 2014 Pazartesi

Sonbahar tadındaki kelebek...


Ben sonbahar tadında bir kelebektim... 
Rengim, hüzünden yapma kadife bir kahveydi; Sesim, yağmurun hışırtısında karışık bir melodiyle dans eden damlacık... Kanatlarım; yol kenarlarında biriken, dallardan hoyratça düşen yaprakların yansımasıydı... Sonbahar benim hüzün yanımdı. Belki de bana en çok yakışanıydı... Yağmur benim mevsimim, yağmur benim gözlerimdi... Gözlerimden akan yağmurla besledim ben kanatlarımı...Kaderin bana biçtiği kısacık ömrü yağmurlarla yeniden dirilttim... Çok yükseklerden uçmak istemedim hiçbir zaman... Yükseklere konamazdım da hem, korkardım... Zaten bir kelebeğin kalbi zirvelere uçacak kadar dayanıklı değildi. Çiçeklerin mesafesinden, denizlerin kumsala vuran dalga boyları kadar uçardım ama çoğu zaman dikenlere ve denizden savrulan taşlara çarpardım... Çarptığım yerden kanardı kanatlarım... Sonra yine yağmur yağardı... Sonbahar yapraklarının yanına konar, onlara ağlardım... Kanatlarım hep yaralı olduğundan uçamazdım bir müddet ve saatlerce yürüdüğüm olurdu yaralanmış kanatlarımla... Karıncalarla konuşurdum yollarda bazen, bazen de rüzgarın savurduğu kiremit rengi yapraklarla... Uçmam zaman alırdı, bir çiçeğe konar ondan cesaret alırdım... Rüzgar bana yardım ederdi çoğu zaman ve gider yine denizin kıyısına bırakırdı beni... Denize fısıldardım kalan son nefeslerimi... O bana fısıldadığımdan fazlasını geri verir ve böylece beni yeniden diriltirdi... Kaç üç gün geçerdi, kaç sonbahar görürdüm hatırlamıyorum bile... Ben sonbahar tadında bir kelebektim işte... Oradan oraya savrulur dururdum her mevsim... Ahdetmiştim bana biçilen ömrü uzatmaya ama bir gün yeniden dirilmek için belki, yine bir sonbahar gecesi; toprağın koynunda, kanatlarımın rengindeki yapraklara sarılarak uyuyacaktım... Biliyorum uyuyacaktım ve o zaman unutacaktım...


Beyza Sönmezocak