22 Şubat 2016 Pazartesi

Kendine insan... Yine kendine kalıyor.




Günlerden pazartesi, aylardan Şubat...

Malum şubat ayı darbelerin, şehadetin ayı...
Sosyal, siyasal, dinsel tüm acılar şubata bağımlı...
Bunca meselenin içinde yürek ülkelerimiz kimsenin umûrunda değil...

Darbelerle harabeye dönen yürekler...
Geri gelmeyen zaman ve onca şey...
''Bir kez daha yaşasam geçmişi, aynı hataları yapmam!'' 
dediğiniz söylemler...
AMA BİR DAHASI YOK!
Ne giden ne yaşanan geliyor geri...
İnsanlar bilmiyor merhameti ve bilmiyoruz SEVMEYİ...
Sandıklarımızın yanılgıları birer birer vuruyor bizi
vuruyor fakat öldürmüyor
ki çoğu zaman öldürmüyor da sadece süründürüyor...

Yaza yaza, yaz da gelir mi dersiniz?
Ne zamana kadar yazar, ne zamana kadar söyler insanın dili?
Boşluğa konuşmak çoğu zaman... Niçin?
Niçin bunca konuşup susmak?
Sorular cevapsız, yazılar anlamsız bazen...
Hayat, iman ve cihad...
İman olmasa insan yitirir şuurunu çoğu zaman... Azıcık da olsa bizi kurtaran imanımız var şükür ve
Cihad... Kendi kalplerimizle...
Kendimizi yenmek adına savaşımız...
ve kavgamız yalnız kendimizle yine...
Küskünlüğümüz, kırgınlığımız kendimize...
İnsanlara kırılmak da bir yere kadar.
Onları 'insan' olarak muhatap alan kalbimize kırgınlığımız...
Herkes kendine yakışanı yapıyor.
Evet herkes derken ayırmıyorum kendimi de...
Şarkı da denilen gibi bazen yaşamın özeti: 


Durumlar böyle yabancı...

Bazen ne söylesen yetmez. Çoğu zaman söyleyeceklerini bir şarkıda, bir şiirde buluverirsin...
Çok şarkı, şiir, türkü geçti içimden.
Ve yaşadık bazen bir şarkıyı, bazen bir şiiri en dibine kadar.
Hepimiz yani, hepimiz yaşadık.
Ve herkesin acısı gibi, yaşadığı da kendine...
Acı da göreceli... Allah dağına göre kar veriyor, boşuna değil hiçbir şey...
İmtihan denen burada, işte tam da burada başlıyor.
Evet bilinç, bilmek ayrı.
Uygulayabilmek apayrı...
Hayat devam ediyor ve yaşamak için sebeplerimiz çok...
Yazmak için de...
Ölüp gidince değere binecek bir çok yazı yazıyoruz belki...
Ahmed Arif gibi yazdıklarımızı basan, yayımlayan olur mu bilmiyorum...
Görünenin ardında gizlediğimiz onca yazı...
VE ACI...
Küllere mi gider, güllere mi dersiniz...
Ya da okuyup nasiplenenlere mi... 
Yazmak da fayda vermiyor bazen,
yaz yaz yaz... kime ?
Dağlara taşlara seslensem dile gelir, cevaplardı beni... diyor ya şair.
KOCA bir hiçe yazmışlığımız da elbet boşa değil. Cevapsız kalan mektuplar, konuşmalar...
Hiçbiri boşuna değil. Biliyoruz.
Vasiyet yerine geçer belki, belki kıymete biner biz buralardan gidince...
Bir hoş seda kalır mı ardımıza bilmem ama bir dua eden çıkar belki...

-öylesine, güne. geceye. düne. bugüne.
22'sine ve 21'ine...
ve hayata.şubata.insanlığa...



18 Şubat 2016 Perşembe

Mesele Anne değil, ANA olabilmek...

  Yaklaşık 3 hafta önce şahit olduğum bir olay olmuştu. Ve instagram hesabımda yazıp paylaşmıştım bu olayın tahlilini... 3 hafta sonra -daha dün- vedasız taşındı karşı komşu, kızının akıbetini de bilen yok. Hayrolur inşallah... 

Şimdi bu da burada kalsın.
Nasiplenenler payına düşeni alır belki...

Bazen hayvandan bi farkımız kalmıyor.
Belki çoğu zaman hayvanların bizden farkı kalıyor.
Allah'ın verdiği fıtratı hakkıyla yerine getiriyorlar hiç değilse. Biz iki ayaklı iradeli hayvanlar peki?
Neyin kafasını yaşıyoruz,günahsız doğurduğumuz çocuklardan ne istiyoruz?
Saat;03.26
Yazmadan edemeyeceğim bir olay geçti başımızdan bir saat önce.
2 saattir karşı dairemizde sinir krizi geçiren kadın.Sesiyle irkildiğimiz!
Çocuğu korkudan kapıyı açmıyor ve
anne yirmi otuz kere zile basıp kapıyı yumrukluyor.Farkedip kapının deliğinden baktığımda kadın çoktan içeri girmişti çocuğun peşinden..
Çocuk can havli ile banyoya kilitliyor kendini...
Ardından Annenin bağrışları..
İstemiyorum bu çocuğu!
-Al biraz da sen bak,parası neyse vericem yeter artık kaç yıldır çektim kahrını, dayanamıyorum... (muhtemelen babası ile konuşuyor)
Bir süre bekledikten sonra zile bastık ve yardıma ihtiyacınız var mı diye sorduk fakat kadının kafası bizi anlamayacak kadar dumanlıydı.
-ha hı dedi.
suratımıza kapattı.
Apartman ve koca site yıkıldı kadının bağrışlarına ama bir Allah'ın kulu çıkıp
-noluyoo ? demedi.
İnsanlık öldü mü? dedik.
Ama "insanlık" da haklıydı tabii kendi çapında.
Kimse başını belaya sokmak istemezdi gecenin bu yarısında.
Sonuç itibari ile polis geldi dayandı kapıya.
Kendini kilitleyen kız polisin geldiğinden emin olunca çıktı ortaya.
Ağlayarak anlattı derdini
Yalancı, timsah gözyaşları dökme! diyen annesi (!)
-Polis amca annem her gece eve geç geliyor,
alkollü geliyor.
-Anne senden korkuyorum.
-Senden utanıyorum.
-Babam senden daha iyi bakar bana.
-Anne...
Kızın anne demesindeki o korkulu ifade...
-Buyrun karakola... Tespit yapılır alkollü olup olmadığınıza dair.
(Kadın) : Hayır, kabul etmiyorum! 15 yaşındaki kızın ağzıma mı bakacaksınız?
-Yalancı!
-Alın bu çocuğu ben başedemiyorum
-Seninle de işim kalmıcak artık, pislik!
...
Ve gidiyorlar. Beynimde yankılanan bunca ses...
Kafamda ard arda sorduğum onca soru...
"Bu gidiş nereye?"
Hakikaten sonumuz nereye doğru gidiyor?
İnsanlık hangi cehennemde?
Artık korkar olduk, yanı başımızda bi olay olsa müdahale etmeye; Cinayetler,cinnetler,tecavüzler,tacizler,
savaşlar!
Mahşer nasıl bir yer olacak merak ediyorum!
İyi mi geceler sahiden?