23 Temmuz 2015 Perşembe

AFFEDEBİLMEK


Bayrama 2 kala...


   Bazen sadece filmlerde olur zannederiz böyle hikayeler ama aslında başımıza gelen her olayı hikmetli bir şekilde tahlil edebilsek alacağımız hisselerin farkına varabileceğiz. İşte başıma gelen bir olay da bu hikmete mazhar olmuştur herhalde diye düşünüyorum. Ben bu hadiseden hissemi aldım ve bu hisseyi kıssaya dökmeye niyetlendim. İnşallah bu niyetimden nasiplenen kimseler olur ve yüreklere bir nebze de olsa dokunur...


   On beşiydi Temmuz'un... Arefe gününe bir, bayrama iki gün vardı. Herkes bir yerden, başka bir yere yetişme telaşındaydı ve ben de öyle. Samsun'dan İstanbul'a gitmek için Çarşamba Havaalanına gelmiş, bavullarımla birlikte sıranın bana gelmesini bekliyordum... 
   Uzun bir bekleyiş ardından kapılar açıldı ve yolcularla birlikte uçağa doğru yürümeye başladım. 
İçimde nedensiz bir mutluluk, yüzümde anlamsız bir tebessüm vardı. Daraşmalık uçak koridorundan adım adım ilerliyorduk. 13 B koltuk numaramdı. Oturacağım koltuğun önüne gelince, el bavullarımı bulunduğum yerin üst kabinine yerleştirdim ve yerime geçtim. Tam üstümü başımı düzeltip yerleşmeye çalışırken, yerime oturmamla önümdeki amcanın arkasına dönüp elime bir gazete tutuşturması bir oldu. İlk önce bana söylediğini anlamadım, tereddütte kaldım.
Öyle ya koskoca uçakta niye ben? Garipsemiştim...
Amcanın ne söylediğini anlamaya çalışmakla birlikte gazeteyi elime almıştım. 
Gazetenin bana ayrılan sayfasını açınca içimdeki nedensiz mutluluk yerini garip bir burukluğa bırakmıştı...
İçim... ''İçim'' dedim. Neler geçmişti o an içimden anlatamayacağım, yazamayacağım belki de... Ama geçmişti işte...
Ya da geçmiş miydi sahiden?
Geçmişten içimize geçen bunca şey sahiden geçiyor muydu?
Bir müddet bunları düşündüm, sadece o koca başlığa baktım yazıyı okumaya başlamadan evvel...
Anlamıştım verilmek istenen mesajı ve biliyordum bunun ne manaya geldiğini.
Düşündüm... Bulutların arasından geçiyorduk... Mavi ve beyaz karışıyordu birbirine...
Güneş içimizi ısıtıyordu bu mübarek günde... Mavinin tonlarının her türlüsünü seyrediyordum...
Elimdeki gazete başlığına bakıyor, derinden bir iç çekiyordum. Mavi varsa umut da vardı. Ve ben şu an göğe bakmıyordum, gökle hemhal olmuştum...
Göğe bakma durağından çoktan yol almıştım bile...
Bunun içindi belki de bu mesaj... 
Tam vaktiydi tabuları yıkmanın, yürekteki putları devirmenin
ve kalbi temizlemenin tam vaktiydi...

AFFEDİLMEK İÇİN AFFETMEK...

Rahman'ın merhametini istiyorsak, onun kullarını affetmek zorundaydık.
Affetmek Allah-u Teâlâ'nın sıfatlarındandı ve müslümanlığa zuhur etmişti, etmek zorundaydı. Müslüman affedebilmeyi becerebilendi. Allah'a teslimiyet gösteren ve haksızlığı da hakkını da ona teslim edebilendi... Yapabilmek çok zordu elbet ama imkansız değildi.
Gayemiz içimizdeki bu nefret ve kin tabularını aşmak olmalıydı. Bizi Yaratan günahlarımızla, acizliğimizle bizi affederken; biz onun kulları olarak yine onun bir kulunu affetmeme cür'etinde bulunabiliyorduk.
Evet bunu hepimiz yapıyorduk. Sen, ben, o değil... Hepimiz!
Bu dünyanın bir sonu, bir ahiret yüzü ve de hesap boyutu vardı.
KİMSENİN AHI YERDE KALMAZDI.
Rahman'a teslimiyet bunu gösteriyordu. Velev ki bu dünyada kalsındı.
Biz ahirete talip değil miydik?
Orada içimizdeki bu acıtan duyguyu yaşamaktansa bu dünyada fazlasıyla çekmeyi yeğlemek bize yakışan olmalıydı.
Ve Affedilmek için de affetmek şarttı...

   İşte böyle... Basit bir yazı kulluk bilincimi ve kim olduğumu yeniden hatırlatmış ve  beni yine derin düşünceler almıştı. Önümde oturan amcaya bakıyor ve söylediğini düşünüyordum şimdi de...
Vardı bu işte de bir hikmet ve benimde bir nasibim...
Tesadüf değildi, olamazdı... Böyle basit bir ifade ile nitelendirmemiştim de zaten, olsa olsa Rabbimin bana bir ikramıydı bu.
Hayra yordum ve bu hayra vesile olan amcaya hafif bir tebessüm ettim sadece...
Gazetedeki yazının beğendiğim yerlerin altını çizmiş, fosforlu sarı ile üzerinden geçmiştim.
Her şey haktı ya, yazıların hakkını vermek de bundan geçer diye düşünmüştüm.
Amcanın yüzünü tam görememiştim bana bir şeyler söylediğinde, uçağın inmesini bekliyordum teşekkür etmek için...
Uçak durdu ve ben eşyalarımı alana kadar amca çoktan insanların arasına karışmış ve gözden kaybolmuştu bile... Zihnimde ağarmış saçları ve söylediği bir kaç cümle kalmıştı...

''Al kızım bu yazıyı oku ve bize de dua ediver!''

''Ah!'' dedim, ah amcacım ah... Allah senden razı olsun ebeden.

Sonra döndüm içime dedim ki;
''Affettim gitti kim varsa, ne varsa unuttum gitti...''

Sonra Rahman'a dua niyetine;
''Rabbim!'' dedim... Sen beni benden daha iyi bilensin. Sen içimi de, içimden geçenleri de, içime geçirenleri de iyi bilirsin. 
''Rabbim!'' dedim... Bundan öteye söyleyecek sözüm ve buna da takatim yok... Sen affetiklerimiz sebebi ile affet bizi de...
''Rabbim!'' dedim... Affedemediklerimizi de affedecek bir yürek bahşeyle... Affedemediklerimiz sebebi ile sen bizi merhametinden esirgeme...
''Rabbim'' dedim... İçimin hakkını da, uğradığım haksızlığı da sana havale ediyorum. 
Sen ki Adil sıfatı ile en güzel hükmedensin kullarına...
''Rabbim!'' dedim... Affedbilme güzelliği ver tüm kullarına ve yüreklerimize biraz merhamet...

Ve uçağın merdivenlerinden inerken,
içimden dedim yine;
BU DÜNYANIN ADALET TERAZİSİ BOZUK!


Bu dünyaya rağmen,
Bizi de affeder misin Allah'ım?


                                                                        Yürek devletime ithafen...