28 Şubat 2017 Salı

RUHLARA VURULAN DARBELER


Şubat ayı şehadetin, şehitlerin ayı.
Bu tarihle de malum ki darbelerin ayı.
Hepsinden daha da fazla bilinmeyen bir şey varsa şubat, acıların ayı...
-
Hikayeler uzun, kifayeler derin.
Şubata türküler, şiirler verin.
Ağıtlar yakın güneşten, merhamet doğurun yürekten.
Kokusunun üzerine sevda serin.
Zira sevdalar çok serin...
'Dünyanın bütün sabahları için iki bilet al maviş anne
Aman mutsuz bir yer olmasın!'
Derken şair, dedim;
Gün doğumunun sancılarıyla maviye dökülsün içim
Sonra iki deli sürülsün acıların sokağına
Şimdi delilerin birincisi
Anıların sokağında.
Şubatın sonunda, merhametsizliğin solunda ve yaşananların çoğunda, soğuğunda!
Kim kalmış umurun sokağında?
Umumun ândığı kutsalların yanında uyumsuzluğun fiyakalı fotoğrafını çekiyorum şimdi.
Biraz başını sola, gözlerini yukarıya aldık mı bu yazının
Denklanşöre sıkı sıkı tutanacağım
Ama henüz değil.
Dejavular doğuracağım daha, şizofrenimsi sancıları obje niyetine sunacağım...

Ecele ithaf edilmiş birileriydik hepimiz
Oyun değildi belki ama demiştik ya 'kader'
Mecburluktu bizim acizliğimiz...
Mecburduk ama aciz değil!

Hikaye buradan başladı, temeller atıldı.

Bir kuş çırpıntısı sayıyordu günleri Lila.
Adına çok sonra karar verilmişti.
Nehirlerin kıyısında ekmek kırıntıları dilemiş, denizlerin karasında sendelemişti kanatları.

Ocaklarda pişmek, Şubatlarda sevmek düştü payımıza.

Yazdık...

Âhlara sarmaladık satırları. Çok kez bayağılaştı belki ama samimiyetle yazdık.
Ve andık
Bilmediler nasıl yandık...

Şubat gibi bir acı diye kayıtlara düştü
Âhların adı.
Tek öğünlük günlerden geçip SIR gibi sukûtlara varıldı.
Âhlar alındı.

Bir adım attı kendi için,
Beyninin içini kemiren o zifiri karanlığı için küçük bir adım.
Doksan dakikanın içine sığan yıllar,
Sığınmıştı tüm yaşananlar...
Dejavular geçmişti vagonlardan
Kara tren belki gecikirdi ama kara kaplı defterin içinde can vermişti kırmızlar...
Zihin geçmişle bilenip geleceğe direndi.
Tüm gün yatağa bağımlı kalbi biraz yemek yedi sonra biraz eğlendi, biraz dinlendi...
Dilendiği günlerden dize gelen yüreğe söylendi...
Bilinçaltı ve psikanliz dedi Doktor Ramiz.
Evet, belki hemen hemen hepimiz!

Peki uyuşan şey sahiden neydi?
Beyin mi, kalp mi, ruh mu?
Zaman mahkum edilmiş tuhaf bir dilemmaysa
Uyuşan sadece ŞUURundu Lila.
Ve sen çokça mecbûr...
Söylenip duruyor ruhun ama beyhûde,
Zaman sadece armutları olgunlaştırıyordu, hikâye!
Sahi deliriyor muydun biraz söylesene!
Kim şikayet edecek şimdi seni annene?
Birileri atlatman diyor, mucize (!)
-kış kış cinler!
Sen söyle doktor!
Takriben ne zaman çıkar bu dipsiz kuyudan
Ne zaman uslanır arsız gönlü
Ve ne zaman susar susuzluğa gömülen çölü...

Hadi yoklayalım içimizi ve temizleyelim geçmişimizi
Dualar sürelim ve birazcık okşayalım acıyan yerlerimizi...

-Şşşşt! Sessiz ol, geçti.

Demeyecek başka biri... Yine kendi kendini iyileştireceksin, bırak psikanalizi!

Frued'un da, uyuşan şuurların da, darbelerle vurulan ruhların da Allah belasını versin, demiştin.

Vermedi.

Şikayet etme.

Sen ne istediysen onu verdi.

Zaman denen mefhum geçiyor acımasızca ve sinsice gülümsüyor işte
Günler kanıyor, haftalar bitiyor, aylar geçiyor.
Elde ne var?
Hüzünden başka...

Sermaye mi?

Fiber gücüyle aklımızın ağrısını ölümsüzleştiriyoruz,
Sonra bir tuş kadar yakın kusmak...
Hınçla dokunursun klavyeye, ölmemek için sanki...
Sanki birileri duyacak-mış gibi
Blog ertesi kusarsın ortasına sayfanın.
Geçmişini, geçmemişini
Şiirini, hikayeni
Sevmişini, sevilmemişliğini...
Hiçliğe dökersin emeğini zifit gibi...
Sonra üzerinden sallana sallana geçer birileri.
Sen sadece kusmuş olursun
Küşmüş olursun
Üzmüş olursun kelimeleri
'HİÇ' gibi.

Aklı ağrıyordu o gece. Aklı ağlıyordu belki de
O ağrı sanıyordu.
Şairin apranakslara konu olan baş ağrısı o gün onun da başının belâsıydı...

Yatmadan yarım saat önce mutlaka!
Akşam yemeğinden sonra bi tane
Baş ağrısı için hangisiydi,
Kalp ağrısı için hangisi?
Mecburluğun etkisi kaç gram?
Bu doz fazla geldi doktor, sadece alıştırıyor...
15 mg'ların etkisine inanç yitiyor,
Hayır! Hiçbir ilaç unutturmuyor
Sadece uyuşturuyor ama yine yerinde sağlam duran bir kalp ağrısı
Bir melodi gibi rüyalarına yayılıyor
Bilinç altın sana filmler çeviriyor
Nasıl seneryolar...
Kendisi saklanıyor bilincin altına, beynine sunuyor tüm ihtimalleri.

Şimdi her kelime bir "iz" hayatında.

Onur da ağlar be Lila...

Uçurtmanın çalındığı günlerini geri istiyorsun.
Ruhuna vurulan darbelerden gizlediğin şiirlerini susuyorsun.
Şimdi şubata sinen o iz Lila
O Giz.
Merhametsiz...

#sonbaharkelebegi

8 Ocak 2017 Pazar

2016' ya veda ederken...


"... Çünkü ömrümüzü senelere ayırmak da insanların uydurması" der Sabahattin Ali...
Senelerin uydurulma mevzusuna katılıyorum fakat 2016 yılının özet resmi benim için budur. Bu takvimi ilk gördüğüm de 'Benim olmalı' demiştim. Aradım, sordum ama hiçbir yerde yoktu. Kafkaokur'a mail attığım da ise sağolsunlar hemen evime kargoyla yollayıp hediye ettiler.
Bazı dergiler, bazı takvimler, bazı kitaplar ve bazı imgeler çok güzel. Her şeye rağmen ve yine de... Bu kez Al yazmayı 2016'nın başına bağlayıp Asya ile birlikte uğurladık. 'Hoşçakal' dedik geçmişin zamanına... 'Sevgi neydi?' diye sormayı bıraktık artık ikimiz de çünkü biliyoruz, öğrendik. Sevgi de sevda da biziz ve biz yazarız en güzel hikayeleri... Çünkü emek de biziz, gayret de aşk da... Kimse gölge düşüremez bizim kimsesizliğimize. Biz yaşarız ve biz yaratırız (!)
Gülleri küllere sarıp, kitapları takvimlere karıp, duman olup uçurduk nârın seline... Seni biz uydurduk ama yine de çok sevdik. Her şeyinle güzeldin... Lütfen hoşgel 2016 dediğim de 'lütfun da kahrın da hoş' demek istediğimi söyleyememiştim.
Seninle bir adım daha atıp yürüdüm.
Seninle çocuk kalbimi bir kez daha büyüttüm.
Seninle kalkıp seninle düştüm.
Eyvallah #2016 
Kimsesiz gelişine ve hoş gidişine de eyvallah...