27 Haziran 2016 Pazartesi

İstanbul'a açılan pencereler...



Duvarlarımda silüet bir şehrin izlerini taşıdım bu şehre adım attığım ilk günden beri.
Gidemessem yaşatırım dedim.
Gözleri pencede beni bekliyor Karadeniz, çok geldin bana dedim.
Ezgilerdeki gibi "yazım olamassan alnıma, nazım olur sana" dedim.
Sana her tepeden baktığımda "Kucakla beni İstanbul, koyma el yerine" dedim.
Şimdi
Bıraktığım gibi mi türkülerin , geldiğim gibi misin sen?
Boğazı'nda derin bir denizin mutluluğu, kalabalıkların yaydığı o tarifsiz bir muştu; sakinliğime, sessizliğime, içlenişime dokunur mu?
Tünel'deki o başıboşluğum, unutmuşluğum kendimi; yeniden'lere yol olur mu?
Karacaahmet'ten geçerken, gömülen herkes için bir fatiha okunur mu?
Ruhlar huzura, ruhsuzlurlar geçmişe koyulur mu?
Üsküdar ve kız kulesi bir şairin dizelerinden eskisi gibi sorulur mu?
Bir akşam vakti çiçekçi kızın yanında yıllara inat bir şair bulunur mu?
İstiklal Caddesi kadar yorgunluğum Eyüp'de bir duayla durulur mu?
İstanbul unutturur mu?
İstanbul unutulur mu?
#sonbaharkelebegi #sabahanot
                                       ..........................

Akşam vapurlarından, Üsküdar taksicilerinden aceleyle söz etmeyecek belki bu hikaye artık.
Belki çayı aceleyle içmeyecek,
Kız kulesi'ni hızlıca geçmeyecek,
Taksim'i bir saatte gezmeyecek...
Belki evet, İstanbul
bağrında bu kez mavilikler, martıların dillerinden müjdeler sunmak için...
Ana gibi, yâr gibi çağırıyordur kelebekleri...
Bu sefer soluklanacak bir kıyı, sığınılacak bir liman İstanbul.
Eskisi gibi.
Eskisinden de güzel belki.