‘’Bir kadını ortadan ikiye
böl, yarısı annedir,
yarısı çocuk. /Yarası sevgili, yarası aşk. /Duyanlar bunu bilmez, görenler anlamaz bunu.
yarısı rivayettir, yarası gece. ‘’ Cemal Süreya
yarısı çocuk. /Yarası sevgili, yarası aşk. /Duyanlar bunu bilmez, görenler anlamaz bunu.
yarısı rivayettir, yarası gece. ‘’ Cemal Süreya
Adına şiirler yazılıp övülen kadın; nasıl oluyordu da
sövülen, dövülen, öldürülen kadın oluyordu?
Dünyanın
‘’Kadınlar Günü’’ olarak kabul ettiği 8 Mart’ın acıklı öyküsü anlatmaya
yetiyordu sanırım anlatamadıklarımızı… Haklarını savunmak için bile bedel
ödeyen ve yanarak can veren 129 işçi kadın… Bu vahşet tablosu dünya tarihine
‘’Emekçi Kadınlar Günü’’ olarak geçse de bunun tam bir kadın katliamı olduğunu
kimse inkâr edemez.
8 Mart’la sınırlı mı kaldı peki bu zulümler?
İstismar, şiddet, taciz, tecavüz ve cinayet… Bitti mi?
Ne öncesi, ne sonrası… Cevabını uzaklarda aramadan,
günümüze baktığımızda bile verebileceğimiz basit bir soru aslında…
Kayseri’de öğretmeni tarafından tecavüze uğrayan
Cansel’in intiharı mesela, Muğla’da vahşice katledilen ve öldürüldükten sonra tecavüz
edilen Cansu Kaya, Bağdat Caddesi’nde tecavüze uğrayan ve gasp edilen genç bir
kız ve Mersin’de tecavüze direndiği için elleri kesilen ve yetmeyip yakılan
Özgecan Aslan…
19 Mart 2015 tarihinde Afganistan’da bir caminin önünde
muska satan bir molla ile tartışmasının bedelini öfkeli bir grup tarafından
linç edilerek ödeyen; taşlarla sopalarla feci şekilde dövülen, yerlerde
sürüklenen, bir çatıdan aşağıya atılan, arabayla çiğnenen ve benzinle yakılarak
can veren;
27 yaşındaki Afgan kadını Farkhunda…
16 Mart 2003 tarihinde Gazze Şeridi’nin güneyinde, İsrail
Savunma Kuvvetlerine bağlı zırhlı bir buldozer tarafından öldürülen; gayri
müslim ve ABD’li barış gönüllüsü olan;
23 yaşındaki Raccel Corrie…
Her gün binlerce, on binlerce şiddet gören kadın; yolda,
otobüste, evinde tacize uğrayan ve sesini çıkartamayan yüzlerce kadın; itilen,
hor görülen, güce yenilen onlarca kadın…
Daha hafızalarımızdan silinmeyen, unutamadığımız ve
unutamayacağımız birçok hikâye…
Ve bu hikâyelerin ardından toplumda yankılanan sesler…
Suçu dillendirmeden evvel olaya odaklanan ucuz beyinler,
failden çok maktule odaklanan bakar kör gözler… ‘’Ne zamanmış?’’ , ‘’Neredeymiş?’’ ‘’Ne
giymiş?’’ , ‘’O saatte ne işi varmış!‘’
Mış’larla yönetilen algılarımız, haksızlığa sağır
kulaklarımız, dilsiz ağızlarımız!
Şuurunu kaybetmiş iki ayaklı yaratıklar sadece kadına
zulmetmiyor.
Erkek çocuklarına tecavüz eden zihniyeti sorgulamalıyız önce
ve ördeğe, kediye, mumyaya…
Akıl sınırlarını aşan aşağılık beyinleri tartmalıyız!
Kişinin ne giydiğinden, nerede olduğundan evvel suçu
lanetlemeliyiz.
Asıl meselemiz suçu önlemek olmalı.
Dini, dili, ırkı, soyu, ideolojisi, siyasi görüşü,
mezhebi, meşrebini bir kenara bırakıp haksızlığa uğrayanın, hunharca
öldürülenin yanında; insanlık suçu işleyenlerin karşısında olmalıyız. Adaleti
değil belki ama cezalarını talep etmeliyiz. Susmadan, yılmadan savunmalıyız
hakkı… Bu dünyanın adalet terazisi bozuk olsa da evrensel zulme ‘’Dur!’’
diyebilmeliyiz artık… Mazlum her yerde mazlum, mağdur her yerde aynı çünkü…
Zihinlerde değişmeli kadına bakışımız ve en önemlisi insana… Yüreklerde
yeşermeli sevgi damarlarımız…
Merhum Özgecan Aslan’ın babası Mehmet Aslan’ın da dediği
gibi;
Sevmekten başka bir çıkar yolumuz yok.
Vesselâm…
Beyza
Sönmezocak